17 Mayıs 2016 Salı

Yükselen İnşaat-Finans Kompleks, Haussmann’ın Ruhu ve Şantiyeleşen Kentler

Aşağıdaki yazı Express dergisinin 142. Sayısında "Şantiyeleşen Kentler" başlığıyla yer aldı. Kriz Notları okuyucusu için buradan da paylaşıyorum.

***
Referans vermek için: Akçay, Ü. (2016) “Şantiyeleşen Kentler”, Express Dergi, (142): 40-43.

***

Express’in geçen sayısında 2016 yılı için ana hatlarıyla ortaya koymaya çalıştığım “aktüel kriz konjonktürü” dinamiklerini[1], bu yazıda Türkiye’de inşaat sektöründeki gelişmeler çerçevesinde (karşı dinamiklerle birlikte) somutlaştırmaya çalışacağım. Zira 2015’te Türkiye’de konut fiyatları artışı sürse de inşaat sektöründeki büyüme durdu! Aşağıda, ilk olarak Türkiye’deki yapı sektöründe yaşanan gücel gelişmeleri değerlendirmek için “temellere dönerek” sürece nasıl bakmak gerektiği üzerine bazı hatırlatmalarda bulunacağım. Ardından 2000’lerde yükselen inşaat-finans komplekse ve özelliklerine değineceğim. Son olarak Türkiye’deki yapı sektörünün 2015’teki gelişimini ortaya koyup ve 2016 için olası gelişmelere işaret edeceğim.

Temellere Dönmek: Ev’den Konut’a
Her geçen gün sayısı daha da artan inşaatlarla geniş bir şantiyeye dönen kentler, artık hepimizin ortak deneyimi haline geldi. Özellikle büyükşehirlerde olanlarımızın. Bu geniş şantiyelerde üretilen ürün ise hanehalkı bütçesinin en büyük harcama kalemlerinden birini oluşturan konut. Peki son yıllarda gerek iktisadi, gerekse siyasi gündemin önemli maddelerinden biri haline gelen yapı sektöründeki gelişmelere nasıl bakmalı? Bu alandaki güncel gelişmeleri değerlendirmeden, öncelikle “temellere dönerek” kullandığımız kavramsal alet-edevat setini biraz parlatmak gerekiyor. Temellere döndüğümüzde ilk karşımıza çıkan, bu genişletilmiş şantiyelerde üretilen ürünün, kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir yapıda tıpkı diğer ürünler gibi meta olduğudur.
Eğer konut da diğerleri gibi bir meta ise, her meta gibi konutun da bir kullanım ve değişim değeri vardır. Dolayısıyla K. Marks’ın kapitalizm analizinde önemli bir yer tutan meta ve kullanım değeri-değişim değeri kavramları,[2] şantiyeleşmiş kentlerde üretilen metaların anlaşılması için de kullanılabilir. Metaların kullanım değerleri, onların spesifik olarak belirli bir ihtiyacı karşılama özelliği olması anlamına gelir. Değişim değeri ise metanın karşıladığı spesifik ihtiyaçtan bağımsız olarak, onların emek gücünü ihtiva etmelerinden kaynaklanır ve değişim sürecinde açığa çıkar. Bu anlamda meta, tanım gereği kullanım değeri olmadan var olamaz. Kullanım değeri, değişim değerinin taşıyıcısıdır. Bir başka ifadeyle, bir ürünün satılabilmesi için belirli bir ihtiyacı karşılaması gerekir. Ancak kapitalist üretimin amacı ihtiyaçların karşılanması değil, ihtiyaçların karşılanması sonucunda elde edilecek olan artı değere ulaşmaktır. Bir girişimci için, otomobil, kalem, bardak ya da konut üretmek arasında bir fark yoktur, hepsinde amaç artı değere –ve onun bir parçası olan kâra- ulaşmaktır.

Kaynak: http://goo.gl/v4U9BO
Bu çerçeveyi kentsel alana uyguladığımızda, kullanım değeri anlamında “ev” olan, yani barınma ihtiyacımızı karşılayan metanın, aynı zamanda değişim değeri anlamında bir “konut” olduğu, yani ihtiyaç karşılama özelliğinin yanı sıra – hatta yer yer bundan bağımsız olarak- bir yatırım aracı haline geldiğini görebiliriz. Ancak bir metanın kullanım ve değişim değeri, sürece kimin gözünden baktığınıza, yani sermayenin sosyal döngüsündeki faillere göre değişir. Bu çerçeve, elbette yeni değil. 1973’te yayımlanan Kentsel Adalet ve Şehir kitabında D. Harvey bu meseleyi etraflıca ele almıştı. Harvey erken dönemli bu çalışmasında, kentsel alanda altı temel fail ve bunlara göre biçimlenen kullanım ve değişim değeri şemasını tanımlar.[3]
Bunlardan ilki konutta oturanlardır. Konutta oturanların (özellikle de kiracıların) temel amacı kullanım değeri elde etmektir. Onlar için, genellikle konut bir yatırım aracı olmaktan çok, içinde yaşanılan bir evdir. İkinci aktör olan emlakçılar, konuttan oturanların tam aksine, tamamiyle değişim değeri odaklıdır. Elbette bir konutun değişim değerinin yüksek olması, onun ihtiyaç giderme kapasitesinin yüksek olmasıyla ilişkilidir. Ancak emlakçı için önemli olan konutun değişim değeridir.
Üçüncü aktör, evsahipleridir. Evsahipleri için kullanım değerinin mi değişim değerinin mi önemli olduğu, evsahibinin sahibi olduğu evde oturup oturmadığına göre değişir. İlk durumda kullanım değeri öndeyken, ikinci durumda değişim değeri öne çıkar. Müteahhitler ve inşaat şirketleri için değişim değeri esastır. Herhangi bir kapitalist girişimci gibi amacı üretilen metanın satılması sonucunda kar elde etmektir. Daha fazla değişim değeri elde etmek için konutun kullanım değerinin yüksek olması önemlidir ancak değişim değeri için bu tek kıstas değildir.
Beşinci aktör finans sistemidir. Finans sistemi, esas olarak evsahibi olmak isteyen kiracılar ve inşaat şirketlerleri ile ilişkilidir, bu iki kesim için finansman sağlar. Finans sistemi için, konut sahibi olmak isteyenlere verilen kredilerin kullanım değeri, bunların bankalar için düzenli bir gelir akışı yaratmasından kaynaklanır. Kredinin değişim değeri ise, bu düzenli gelir akışına dayanılarak üretilen türev ürünler ile kurulur. Finans sistemi, çeşitli yollarla bu türev ürünlerin daha fazla mühadele edilmesine çabalar. İnşaat şirketlerine verilen kredinin kullanım değeri inşaat şirketinin finansmanının sağlanması iken değişim değeri, bu firmaların üreteceği değişim değerinden pay anlamına gelen faiz geliridir.
Harvey’in sıraladığı aktörlerden sonuncusu devlettir. Devlet müdahalesi iki türlü işler. Bir yandan mümkün olduğu kadar fazla insanın barınma ihtiyacının karşılanmasını gözeteceği için kullanım değeri odaklıdır. Diğer yandan da inşaat setkörünün gelişmesinin ekonomik büyümeye sağladığı katkı nedeniyle daha fazla değişim değeri yaratacak düzenlemeleri yapmaktan geri durrmaz. Yaptğı altyapı yatırımları ile hem konutların kullanım değerlerini, hem de değişim değerlerini artırıcı etkide bulınur.
Yukarıda sıralanan aktörlerin birbiriyle ilişkisi, sermaye birikim sürecinin farklı dönemleri boyunca aynı kalmıyor. Aktörler, her dönemde konutun kullanım ve değişim değerini öne çıkaran stratejiler izleyerek kendi pozisyonlarını güçlendirmeye çalışırken, bu stratejiler sermaye birikiminin genişleme ve daralma aşamalarına göre değişebiliyor. Yine farklı birikim dönemleri sırasında aktörler arasında farklı ittifaklar ya da çatışmalar ortaya çıkabiliyor. Bir sonraki bölümde, bu ittifaklardan günümüzde giderek yükselen inşaat-finans kompleksi ele alacağım.


Yükselen İnşaat-Finans Kompleks
Yukarıda sıralanan aktörlerden müteahhitler ve inşaat şirketleri ile devlet, sermaye birikim sürecinin farklı aşamalarında hep ilişkili olmuştur. Örneğin, 1960’larda Türkiye’de kalkınma planlaması sistemi uygulamaya geçtiğinde, temel tartışma konularından biri, yatırımların üretken olmayan alanlardan üretken olan alanlara nasıl yönlendirileceğidir. Daha basitçe özel sektörün yatırımlarını inşaattan sanayiye nasıl kaydırılacağı ilk plancıların karşılaştıkları en önemli sorunlardandır.[4] Plancıların inşaat yatırımlarını caydırıcı, sanayi yatırımlarını özendirici önerileri, ilkinin reddedilmesiyle sonuçlanmış, 1967’de Turgut Özal’ın DPT müsteşarlığından sonra planlama, herhangi bir caydırıcı yanı olmadan, özel sektöre kaynak aktarmanın bir aracı olarak işlev görmüştür.
İnşaatçılar ve devlet arasındaki ilişki, 1980 sonrası, bu sefer Özal’ın başbakanlığı döneminde daha da derinleşerek sürmüştür. Özellikle imar yasasında yapılan değişiklikler, gecekondu afları ve diğer düzenlemelerle inşaat firmaları ve devlet arasındaki ilişkiler yoğunlaşarak artmıştır. Bu dönem aynı zamanda 2001 krizi sonrasına benzer şekilde bina stoğunda güçlü sıçramaların yaşanmasıyla sonuçlanmıştır.[5]

Finans sistemi, 2000’lere kadar süren devlet ile müteahhitler ve inşaat firmaları arasındaki ilişkiye yeni boyutlar getirmiştir. Gerçekten de geçtiğimiz 15 yılda finans sisteminde yaşanan değişimleri anlamadan, kent mekanındaki değişim dinamiklerini tam olarak anlamlandırmak zordur. 2000’lerde bu ilişkiyi değiştiren iki temel unsur vardır. Bunlardan ilki 2001 krizi sonrasında bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılması, ikincisi de kriz sonrası uygulanan ekonomi programı sonucunda enflasyondaki sert düşüştür. Bu iki faktörün sonucunda faizlerin göreli düşüşü uzun vadeli konut kredileri için uygun bir ortam yaratmış ve böylece 2000’lerle birlikte bireysel borçlanmanın hızla artması için gerekli ekonomik yapı kurulmuştur. Bireysel borçlanmanın önemli bir kısmını ise konut kredileri oluşturmaktadır. Kısacası, 2000’li yıllarda müteahhitler ve inşaat firmalarının devletle kurduğu ilişki, önceki dönemlere göre niteliksel olarak farklılaşmıştır. İnşaat-finans kompleksin yükselişi olarak adlandırılabilecek olan bu yeni sürecin ayırt edici unsuru finansal içerilme mekanizmaları ile farklı gelir seviyesine sahip toplum kesimlerinin borçlandırılarak konut piyasasına çekilebilmesidir.
İnşaat-finans kompleksin yükselişi, devletin aktif desteği ile gerçekleşmiştir. Devletin bu yapıyı desteklemesinin farklı nedenleri vardır. Bunlardan ilki, inşaat sektörünün farklı sektörler için talep yaratması özelliğidir. Böylelikle yükselen inşaat-finans kompleks ekonominin canlı tutulması için önemli bir unsur olarak görülmektedir. İkincisi, bu sektörde genellikle kalifiye olmayan emeğin istihdam edilmesi, sektörü bu tip emek arzının emilmesinde önemli hale getirmektedir. Sonuncusu da, sektörün gelişimi sonucunda oluşan rantın paylaşımının siyasi mekanizmalarla yakından ilişkili olması nedeniyle, bu alandaki gelişmelerin siyasete tahvil edilmesinin mümkün olmasıdır.
Bu saiklerle hareket eden devlet dört temel mekanizmayla inşaat-finans kompleksin yükselişine destek sunmaktadır. Bunlardan ilki uygun makroekonomik ortamın yaratılmasıdır. Bunun anlamı, uygulanan para politikasının bir sonucu olarak reel faizlerin oldukça düşük seyretmesi, mevcut yatırım araçları arasında mevduat faizinin yıllık olarak enflasyon karşısında tasarrufları cezbedecek düzeyde olmamasıyla sonuçlanmaktadır. Bu ise, sürekli artan konut fiyatları ile birleştiğinde, giderek artan bir şekilde konutun bir yatırım aracına dönüşmesini, yani kullanım değerinden ziyade değişim değerinin öne çıkmasını beraberinde getirmiştir.
İkinci olarak 1999 depreminden sonra kentsel dönüşüm projelerine başlanması ve buna yönelik yapılan yasal düzenlemelerle inşaat tekelleri için istikrarlı bir konut talebinin yaratılması sağlanmıştır. Üçüncüsü, kentsel altyapı projeleri ile bu projelerin yapıldığı yerlerde muazzam rantların yaratılması sağlanmış, bu ise konut fiyatlarındaki artış trendini destekleyen bir faktör olarak işlev görmüştür. Son olarak TOKİ’nin dev bir kamu girişimi olarak konut piyasasındaki varlığı, hem piyasadaki fiyat oluşumuna, hem konut arzının artırılmasına hem de finans sistemiyle kurduğu bağlantılar sayesinde farklı finansman seçeneklerini devreye sokmasıyla sektörün gelişimine katkıda bulunmaktadır.


İmar Hakkı Transferi
İnşaat-finans kompleksin gelişimi için kritik gelişmelerden biri, geçtiğimiz yıl gündeme gelen İmar Hakkı Transferi (İHT) sisteminin devreye sokulacak olmasıdır. Önceki yıllarda inşaat firmaları tarafından önerilen bu sistem, 2014 sonunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bir yasa taslağı haline dönüştürülmüştür. Sistem, bakanlığın sayfasında şöyle tanımlanmış: “Bir parsel üzerindeki imar hakkının tamamen ya da kısmi olarak yasaklanması durumunda bu parsel üzerindeki imar hakkının bir kısmının veya tamamının menkulleştirme yöntemi ile başka alanlara transfer edilmesidir.” İHT sistemi ile gayrı menkullerin menkul kıymetleştirilmesi süreci hayata geçmiş olacak ve kentsel dönüşüm projelerinde sorun çıkaran direniş odakları piyasa temelli çözümlerle bertaraf edilmeye çalışılacaktır. Bu uygulama aynı zamanda yeni bir emlak sertifikası borsasının kurulmasıyla finans piyasalarının daha da derinleşmesine hizmet edecektir. Uygulamaya geçildiği takdirde İHT sisteminin iki temel sonucunun olması beklenebilir: (i) kentsel mekanın metalaşması sürecinin derinleşmesi ve değişim değerinin hakimiyetinin pekiştirilmesi, (ii) konut sektörü ile finans sisteminin bütünleşmesinin hızlanması.[6] Her ne kadar henüz uygulamaya geçilmese de İHT sistemi, 64. Hükümetin ilk bir yıl içinde hayat geçirmeyi taahhüt ettiği düzenlemeler arasındadır.

Bina Tamamlama Sigortası
Son olarak yine geçtiğimiz yıl hayata geçirilen Bina Tamamlama Sigortası ile inşaat firmaların projelerini tamamlayamadan iflas etmeleri durumunda oluşacak riskin, inşaat-finans kompleksi oluşturan unsurlara yayılmasını engellemek amaçlanıyor. Bunun için inşaat firmalarına bina tamamlama sigortası yaptırma zorunluluğu getiriliyor. Böylelikle, maketten satış yapan bir inşaat firmasının iflas etmesi ya da belirtilen tarihte konutların teslim edilememesi durumunda, sigorta yapan kuruluş devreye giriyor. Geçtiğimiz yıl yapılan bu düzenleme kısa dönemde ekonomideki kötüleşme olasılığına karşı inşaat sektörü kaynaklı bir riskin ortaya çıkmasını önleme amacı taşıyor. Buna ek olarak düzenleme ile inşaat tekelleri ve finans sistemi arasındaki ilişkinin daha da sağlamlaşmasını sağlamak üzere sigorta şirketlerinin devreye sokulması ile orta ve uzun dönemde Türkiye'deki inşaat-finans kompleksin daha da kurumsallaştırılması hedefleniyor.[7]

Haussmann’ın Ruhu ve Yapı Sektöründe Güncel Gelişmeler
F. Engels, 1876’da yayımlanan Konut Sorunu’nda Avrupa’da kapitalizmin gelişimi ile birlikte kentlerde ortaya çıkan barınma, imar ve kentleşme sorunlarına değinir. O dönemde de düşük gelirlilerin yaşadığı işçi mahallelerinin kentin dışına sürülmesi, konut sorununa sermayenin verdiği yanıttır. Yoksulların dış mahallere sürülmesini Engels, İmparatorluk Fransasındaki sürece değinerek açıklar: “Bonapartçılık, bu eğilimi, Haussmann kanalıyla, Pariste dalavere ve bireysel zenginleşme uğruna büyük ölçüde sömürmüştür. Ancak Haussmann’ın ruhu yurtdışına taşmış, Londra, Manchester ve Liverpool’da da bulunmuştur ve kendisini Berlin ve Viyana’da da evinde hissetmiştir”.[8] Engels’in Haussmann’ın ruhu olarak adlandırdığı sürecin üç temel özelliği vardır.


Bunlardan ilki, kent mekanının sermaye lehine düzenlemesi, ikincisi siyasal iktidarların kent mekanını isyan bastırma teknolojilerinin bir uzantısı olarak görmeleri, üçüncüsü ise kent mekanının yeniden düzenlenmesinde rol alan kapitalistlerin siyasal iktidarla yakınlıkları oranında zenginleşmeleri. 19. yüzyılın sonlarında Fransa’nın başkenti Paris’te yapılan muazzam kentsel dönüşümün mimarı olan Haussmann’ın ruhu şimdi tüm Türkiye şehirlerinde dolaşıyor. Yükselen inşaat-finans kompleks, Haussmann’ın ruhu ile birleştiğinde karşımıza çıkan şantiyeleşen kentler, HES projeleriyle kurutulan dereler, madenler nedeniyle kesilen ağaçlar, iktidara yakınlıkları oranında zenginleşen inşaat tekelleri ve kent mekanının devletin güvenlik algısına göre yeniden düzenlenmesidir.
Ancak 2000’li yıllarda yükselen inşaat-finans kompleksi güçlü kılan unsurlar, aynı zamanda sistemin zayıf yanını da oluşturur. Yukarıda, inşaat-finans kompleks ile önceki dönemlerde inşaat firmaları ile devlet arasındaki ilişkileri ayıranın 2000’li yıllarda finans sisteminin bu sürece dahil olması olduğuna işaret etmiştim. Gerçekten de, 2000’li yıllarda hem bireysel borçlanmanın katlanarak artması, hem de firma borçluluğundaki müthiş artış, önceki dönemlere göre net bir ayrım oluşturuyor. Yine aynı dönemde dış borçların “özelleştirilmesi” süreci de söz konusu, yani kamu borçlanma piyasasındaki ağırlığını göreli olarak azaltıyor. Bunun sonucunda, küresel ekonomik krizin Türkiye’ye olası yansıma kanalları arasında firma borçluluğu giderek öne çıkıyor. Firmaların yurt dışı borçlanmaları bankalar aracılığıyla olabildiği gibi doğrudan borçlanma ile de gerçekleşebiliyor. Bu durumda krizin olası yansımaları hem döviz biçiminde borçlanmış firmaların yaşayabileceği sorunlar hem de bankacılık sistemi aracılığıyla görülebilir.
İş Bankası Yönetin Kurulu Başkanı E. Özince, geçtiğimiz sonbaharda bu durumu şöyle özetlemişti: Türkiye, son 10 yıldaki o şahlanan bankacılık dönemini geride bıraktı.[9] Özince, daha sonra yaptığı açıklamada ise, inşaat-finans komleksin kırılgan yanına değindi: “İki buçuk ay bizim mevduatımızın vadesi. 7 sene ortalama vadede konut kredisini nereye kadar verebiliriz zannediyorsunuz? Afferin verin derseniz günün birinde cezasını siz ödeyeceksiniz, 2001’de olduğu gibi. Ya da hep beraber ödeyeceğiz vergi mükellefleri olarak”.[10]
İnşaat sektörünün de içinde olduğu yapı sektöründeki güncel gelişmelere baktığımızda inşaat-finans kompleksin gelişimi hakkında daha somut bilgilere ulaşabiliriz. Geçtiğimiz ay Yapı-Endüstri Merkezi tarafından yayımlanan rapora göre[11] 2015’te inşaat sektöründeki büyüme yüzde 0.4 olarak gerçekleşti, yani inşaat sektörü fiilen durdu.[12] Yine 2015’te toplam yapı ruhsatlarında yüzde 24.8, konut yapı ruhsatlarında yüzde 25.2 gerileme yaşanmıştır.[13] Bu gerilemelere rağmen konut fiyatları artmayı sürdürüyor: artış yüzde 10.6.[14] İnşaat sektörünün dış pazarlarla ilişkisinde ise tam bir çöküş yaşanıyor. Bu çöküşte bir yandan küresel krizin etkileri, diğer yandan da hükümetin dış politika tercihleri etkili. İhracatta 2015 yılında inşaat malzemeleri sanayi yüzde 19.8, yurt dışı müteahhitlik işleri ise proje sayısı bazında yüzde 49.4 oranında geriledi.[15] İnşaat malzemeleri ihracatında ilk 20 pazara bakıldığında izlenen dış politikanın bu çöküşteki etkileri daha net olarak görülebiliyor. 2015’te inşaat malzemeleri ihracatındaki gerileme yüzde Irak’ta 34.7, İran’da yüzde 28.3, Rusya’da yüzde 46.8 ve Libya’da yüzde 56.9 seviyesinde.[16]
Ancak tüm bu olumsuz gelişmeler, inşaat-finans komleksin yükseliş evresinin sonlandığı anlamına gelmiyor. Fiiliyatta rantsal dönüşüm olarak yaşanan kentsel dönüşüm süreçlerinin 2015’te hız kestiği, buna karşın bina yenilemesi işlemlerinin hızla arttığı görülüyor. Buna rağmen 3. Köprü ya da 3. Havaalanı gibi dev projeler sağlanan Hazine garantisi sayesinde şimdilik sorunsuz devam ediyor. İnşaat-finans kompleksin geleceğini belirleyecek temel faktör ise konut fiyatlarındaki artışın sürüp sürmeyeceği. 2015’te tüm olumsuzluklara karşın enflasyon oranının üzerinde artan konut fiyatları, değişim değerinin kent mekanındaki hakimiyetinin açık bir göstergesi. Gerek nüfus artışı gerekse kentsel dönüşüm projeleri nedeniyle istikrarlı bir konut talebinin yaratıldığı düşünülürse bu artışın 2016 için de sürmesi beklenebilir. Önümüzdeki dönemde, düşük faizin bir yatırım aracı olarak konut alımını teşvik eden seviyesi değişmezse inşaat-finans kompleks şehirlerimizi şantiyeye çevirmeye devam edecek!
2016 yılı içinde, 64. Hükümet’in ekonomik durgunluğa karşı uygulamaya koyduğu üç ayaklı programın sonuçlarını göreceğiz. Kamu harcamalarındaki artış, asgari ücretin yükseltilmesi ve kredi musluklarının açılmasına dayanan bu program, ihracatın çöktüğü bir ortamda ekonomik büyümenin iç pazar olanaklarının kullanılarak desteklenmesine dayanıyor.[17] İnşaat-finans kompeks açısından programın kamu harcamaları artışı ve özellikle de kredi genişlemesi maddeleri önemli.
2008 krizi sonrasında ortaya çıkan finansal istikrarsızlıkların azaltılması ve sistemik risk faktörlerinin kontrol altına alınması amacıyla uygulamaya geçirilen makroihtiyati tedbirler paketinin en önemli bileşeni, kredi genişlemesinin kontrol altına alınmasıydı. BDDK aracılığıyla yapılan düzenlemelerle bireysel borçlanmadaki artış hızı bir miktar yavaşladı. Ancak ekonomik büyümedeki tempo düşüklüğü, alınan bu önlemlerden geri dönülmesiyle sonuçlanacak gibi görünüyor. Zira kredi genişlemesi olmadan ne ekonomik büyümeyi sürdürmek ne de inşaat-finans kompleksi ayakta tutmak mümkün. Gelecekte kazanılacak gelirin bugünden harcanması ya da “geleceğe kaçış” olarak borçlanma artışına dayanan ekonomik yapı varlığını sürdürdükçe inşaat-finans kompleksteki kırılganlıklar var olmaya devam edecek. 



[1] Ü. Akçay, (2015) “2016’da Dünya ve Türkiye: İstikrarsızlıkta İstikrar”, Express, (141): 38-40.
[2] K. Marks, (2004 [1867]) Kapital, Birinci Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.
[3] Burada aktörler için Harvey’in kitapta belirttiği kesimlere sadık kaldım. Ancak aktörlere göre değişen kullanım ve değişim değeri şemalarını güncel eklemelerle genişlettim.
[4] Ü. Akçay, (2007) Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve DPT’nin dönüşümü, İstanbul: Sav Yayınları.
[5] M. Penbecioğlu (2011) “Yapılı Çevre Üretimi, Devlet ve Büyük Ölçekli Kentsel Projeler”, Birikim, (270): 62-73.
[6] Ü. Akçay, (2014) “İmar Hakkı Transferi: Kentsel Mekanın Finansallaştırılması”, Başlangıç Dergi, 24.12.2014, erişim: http://goo.gl/n8fmeJ
[7] Ü. Akçay, (2015) “İnşaat Sektörü İçin Yeni Önlem: Bina Tamamlama Sigortası”, Kriz Notları, 16.03.2015, erişim: http://goo.gl/TvvXL5  
[8] F. Engels (1992 [1876]) Konut Sorunu, Çev. Güneş Özdural, Sol Yayınları, s. 22.
[9] E. Özince, (2015) “Özince: Güzel Günler Geçti”, Business HT, 01.10.2015, erişim: http://goo.gl/XYnqOR
[10] E. Özince, (2016) “Ersin Özince'den konut kredilerine kriz uyarısı”, Cumhuriyet, 02.03.2016, erişim: http://goo.gl/o4mqLz
[11] YEM (2016) Türk Yapı Sektörü Raporu 2015, İstanbul: YEM Yayınları
[12] Age. s. 7.
[13] Age. s. 7.
[14] Age. s. 8.
[15] Age. s. 9.
[16] Age. s. 106.
[17] Ü. Akçay, (2016) “Hükümetin 2016 Planı Netleşiyor: Kriz Karşıtı Önlemler Devrede”, Kriz Notları, 10.01.2016, erişim: http://goo.gl/muC6at