19 Şubat 2017 Pazar

Varlık Fonu Ne Değil?

Bir haftadır, Türkiye Varlık Fonu (TVF) yeniden ekonomi gündeminin öncelikli tartışma konusu haline geldi. Fon üzerine söylenenler çeşitli. Bunun bir tür özelleştirme hamlesi olduğunu savunanlar da var, paralel hazine, hatta merkez bankası olduğunu savunanlar da, ya da batık şirketleri kurtarmak için kullanılabileceğine dikkat çekenler de. Görüşler bu kadarla sınırlı değil, Fon’un devletin finansallaşmasında yeni bir aşama olarak görülebileceği ya da bu sürecin siyasi rejim inşası ile ilişkilendirilebileceğini ileri sürenler de oldu. Bu tartışma sürecek, çünkü henüz Fon’un nasıl kullanılacağı, kapsamının ne olacağı, ne kadar büyüyeceği belli değil. Bunları uygulama ilerledikçe görüp değerlendireceğiz. Ancak net olan bir şey var: Türkiye Varlık Fonu, Türkiye’de ekonomi yönetiminin doğrultusunun neoliberal çerçevenin dışına çıktığının bir kanıtı değil. Bu argümanı desteklemek için tarihsel bir örneğe, 1960’ların başında iktisadi planlama kurulurken, ilk plancılar tarafından formüle edilen Devlet Yatırım Bankası örneğine başvuracağım. 

1960’lar ve Planlama
1960’lı yıllarda ekonomik gelişmenin planlı olarak yürütülmesi için Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulduğunda, 1961 ile 1963 arasındaki dönem ilk planın hazırlanması aşaması olarak ilan edildi. Bu dönem 1960-1980 arası uygulanacak planlamanın çerçevesinin çizildiği bir dönem olması açısından kritik önemdedir.  Plancılar, siyasilerin verdiği direktifler doğrultusunda yıllık yüzde 7’lik büyüme hızına ulaşmak için gerekli olan yatırımları ve bu yatırımlar için gerekli tasarrufları artırmak için bir plan hazırlamaya girişirler. İlk plancıların hazırladığı taslak ile birinci planın nihai şekli arasında önemli değişiklikler vardır. Plancılar, vergi reformu (tarımın vergilendirilmesi) ve Kamu İktisadi İşletmeleri’nin (KİT) reorganizasyonu üzerinde durmaktadır. Zira o dönemde kamu kesiminin ekonomideki ağırlığı oldukça yüksektir.

İlk Plancıların Planı: Dinamik İç Pazar
Plancıların önerilerinin temelinde, sermayeyi disipline edecek, yani onların yatırım kararlarını etkileyecek ve yatırımları üretken olmayan alanlardan üretken alanlara yönlendirecek bir çerçeve vardır. Bunun için ithal ikamecilik nedeniyle dış ticaretin yarattığı rekabet baskının ortadan kalkmış olması gibi, firmaların üretkenlik artışına teşvik edecek bir unsurun mevcut olmaması, dinamik bir iç piyasa yapısı kurularak telafi edilmeye çalışılmıştır. İç piyasanın dinamik kılınmasının en önemli aracı ise, kamu kurumlarının özel sektör ile rekabet edecek şekilde konumlandırılmasıdır. Bu önerinin odağında ise, Türkiye’deki tüm KİT’leri ve bunların finansman koşullarını kendi bünyesinde barındıracak bir Devlet Yatırım Bankası (DYB) kurulması, bu bankanın ise DPT’ye bağlı çalışması öngörülmüştür.


Sermayenin Karşı Saldırısı
Bu öneri, iş çevrelerinin büyük tepkisini çekmiştir. Dönemin sermaye örgütleri, plan ile devletin özel sektörün rakibi haline geldiği, hâlbuki devletin özel sektör karlılığını sağlamak için tamamlayıcı yatırımlar ile altyapı yatırımlarına yönelmesi gerektiği yönünde raporlar yayınlamıştır. Sonuçta, planın temel direği olan bu öğeler, Yüksek Planlama Kurulu görüşmeleri sırasında, sermayenin taleplerini dile getiren Yeni Türkiye Partisi başkanı Ekrem Alican ile CHP’de toprak ağalarının temsilcisi olan Ferit Melen’in yaptığı etkin muhalefet ile reddedilmiştir. Sanayiciler, tüccarlar ve toprak ağaları bir olup, ilk plancılar tarafından önerilen modeli reddetmişlerdir. Bu gelişme, aynı zamanda Türkiye’de planlama uygulamasının içeriğini de belirlemiştir. Planlama, herhangi bir disipline edici unsur olmaksızın, sermayeye kaynak aktarmanın bir aracı olarak uygulanmıştır. Bu da, Türkiye’de yaygın olarak düşünüldüğü gibi ceberut devlet nedeniyle değil, iş çevrelerinin ve sermaye sınıfının devletin disipline edici planlama uygulamalarını boğması sonucunda gerçekleşmiştir.[1]

Devlet Yatırım Bankası’ndan Türkiye Varlık Fonu’na
1960’lardaki bu deneyim ile günümüzde yeni kurulan Türkiye Varlık Fonu arasında benzerlikler var mı? Ya da daha net olarak, Varlık Fonu’nun kurulması devletin sermayeye karşı, onun hareket alanını kısıtlayacak bir hamlesi midir? gibi sorular akla gelebilir. O nedenle Fon’un kuruluşunu, son dönemde daha sık duymaya başladığımız, ekonomi yönetiminin yönelimi konusunda yapılan tartışmaların içine yerleştirmek anlamlı olacaktır. Bu tartışma bir süredir farklı mecralarda sürüyor, bu köşede de sürdürmeye niyetliyiz. Ancak burada TVF’nin neden bir DYB olmadığına ya da daha açık bir tabirle, TVF’nin neden kalkınmacı bir çabanın bir parçası olarak görülemeyeceğine ve esas olarak neoliberal paradigmanın dışına çıkılmadığına işaret edeceğim.

Üç Fark
Birincisi, ilk plancıların formüle ettiği şekliyle DYB, KİT’lerin ağırlıklı olduğu bir ekonomide yatırım kararlarının ve bu yatırımların finansmanının merkezileştirilmesini, böylelikle de KİT’lerin etkinliklerinin artırılarak karlılığın yükseltilmesini hedeflemişti. TVF ise kamu kuruluşlarının ve bu kurumlara ait varlıkların ya özelleştirilmesini ya da bunları teminat olarak göstererek ucuz kredi elde edilebilmesini amaçlıyor.
İkincisi, DYB gibi bir formülün işlevli olabilmesi için sermaye hareketlerinin kontrol edilmesi gerekir. Zira Türkiye’de 1989’a kadar sermaye hareketleri serbest değildi. Ancak günümüzde, TVF dahil herhangi bir kalkınmacı çabanın karşılaşacağı ilk büyük engel sermaye hareketlerinin serbestliğidir.
Üçüncüsü, 1960’larda öngörülen modelde DYB, tüm KİT’lerin üzerinde, ancak DPT’nin altında bir organ olarak formüle edilmişti. Bu modelde DYB’nin kullandıracağı krediler ya da yatırım yapılacak alanlar, DPT tarafından tayin edilecek ve bu plan öncelikleri ile uyumlu olacaktır. TVF örneğinde ise yasada Fon’un etkinlik alanının çok geniş tanımlanmıştır, dolayısıyla net bir amacı yok. TVF’nin hangi alanlara yatırım yapacağı, Fon yönetim kurulu tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulunun onayı ile yürürlüğe girecek olan üç yıllık stratejik yatırım planı ile belirlenecek (TVF yasası, madde 3). Ancak genel bir ekonomik plan disiplininden bahsetmek mümkün değil.

Ara Değerlendirme
Geçtiğimiz hafta Cuma günü, kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's (S&P) Türkiye analisti Frank Gill, TVF’nin klasik varlık fonu tanımına uymadığını belirterek, TVF’yi “kamu harcamalarını merkezi yönetim dışından finanse etmeye imkân verecek ulusal kalkınma bankasına benzeyen mali araç benzeri bir yapı olarak değerlendiriyoruz” dedi. Ancak TVF, S&P’nin düşündüğü bir kalkınma bankası değil. Yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi, kalkınmacı bir projenin uygulanması için oluşturulan bir organ da değil. O zaman, TVF’nin ne olmadığı ile ilgili biraz netleştik. Ne olduğunu anlamak için, nasıl kullanılacağını görmemiz gerekecek.

***
Not: Geçtiğimiz hafta, barıştan, emekten ve bilimden yana olan akademisyenlere yönelik büyük bir tasfiye gerçekleşti. Okuyucuya bir uyarıda bulunmadan geçemeyeceğim: Böyle günlerde bilime ve üniversiteye sahip çıkmayan hocalardan ne ekonomi yorumu dinleyin, ne de dediklerini ciddiye alın! Akademi ayaklar altındayken, buradan buluş, patent, ar-ge beklemek, teknoloji gelişiyor, biz geride kalıyoruz demek, naiflik değilse en büyük cahilliktir! #HocamaDokunma



[1] Bu konuda detaylı bir değerlendirme için şuna bakılabilir: Ümit Akçay, (2007) Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlama ve DPT’nin Dönüşümü, İstanbul Sav Yayınları.
Devlet Yatırım Bankası, ilk plancıların formüle ettiği şekilde hayata geçmedi, Banka’nın sonraki serüveni için bkz: Ferhat Akyüz (2015) “İşçi Tasarruflarının Sermayeye Aktarılması: Türkiye ve Devlet Yatırım Bankası Örneği”, Praksis, Sayı 38.



Bu yazı 13.02.2016 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/02/13/varlik-fonu-ne-degil/