13 Aralık 2011 Salı

teknokrasi her eve lazım

Finansal piyasalarla kurduğumuz ilişki gerçek yaşam koşullarıyla kurduğumuz ilişkinin hakim rengini vermeye başlıyorsa ya da belirleyeni konumundaysa bu durumda gündelik yaşamın finansallaşmasından bahsedilebilir. Hanehalkı borcunun artması ya da borç temelli finansal genişleme enstrümanlarına atıfta bulunarak yapılabilecek tanımlara bir ek yapmak gerekirse burada piyasayla girilen ilişkinin politik ve kurucu bir nitelik taşıdığını eklememiz gerekiyor; ayrıca bu ilişkilenme tarzına müdahale edemeyen eylemlilik sonuçsuz kalarak finansal piyasaların muktedir görünümüne destek olabiliyor. Bu kaydı düşmeksizin kriz sonrasında devrimci bir duruma en çok yaklaşılan örnek olarak Yunanistan’da yeniden yapılandırma programını uygulamak üzere teknokratik bir iktidarın iş başına geçirilmesi ve göreve başlamasını açıklamakta zorlanacağımız kesin.

Yunanistan’da kendi olanaklarının çok ötesinde yaşam sürdürdükleri iddia edilen kitlelerin kıskançlıkla korumaya çalıştıkları yaşam standartları krizin asıl nedeniymiş gibi gösteriliyor. Aslında devletin izlediği maliye politikalarının getirdiği çözümsüzlük ve Eurozone’a dahil olduktan sonra gerileyen rekabet gücünün emek gücünün piyasa fiyatı ve sosyal hakların yeterince bastırılamaması karşısında daha net bir şekilde açığa çıkması yaşanan. Yunanistan’da Yeni Demokrasi ve PASOK’un açık işbirliği üzerinden olmasa da Ficova siyasetinin bir benzerinin izleniyor olmasının ve göstere göstere uluslararası baskı ve aşağılamayla bir teknokrat hükümetinin kurulmasının iki nedeni var. Yunan halkının 2011 yazında gösterdiği eylemlilik ve siyasi mobilizasyon IMF yetkililerinin ya da Merkozy’nin istediklerinin gerçekleşmesi önünde güçlü bir engel teşkil ediyor. Bu birinci nedene zaman bağımlı siyasal ekonomik kararlar alma ve uygulama zorunluluğunu eklememiz gerek. Yunanistan’ın borcunu mümkün olduğunca eksiksiz ödemesi, eğer bir saç kesimi söz konusu olursa bunun Avrupa finans siteminde yaratacağı sarsıntıların bir zelzeleye dönüşmesinin engellenmesi gerekiyor. Dolayısıyla ikinci neden Yunanistan’da uygulanacak reform programı ve kesintilerin bir erken seçimi bekleyemeyecek olması. Ya da mobilize olmuş seçmenlere reformların bir referandum paketi içinde sunulmasının uluslararası finans çevrelerine ağır bir tokat atılmasıyla sonuçlanma ihtimalinin hiç de azımsanamayacak kadar güçlü olması.

Bu nedenle Papandreu’nun partisi ve kendisini siyasi olarak kurtarma hesapları içinde 31 Ekim’de bir referandumdan bahsetmesi çok ağır bir şekilde eleştirildi. Oysa plebisiter demokrasinin yönetenler için çok işlevsel bir mekanizma olduğunu biliyoruz. Ancak bir o kadar etkili bir tepki yıpranmış hükümetin yerine bir uzmanlar kurulunun ya da başında bir teknokrat bulunan geniş tabanlı bir hükümetin geçirilmesi olabilirdi. 11 Kasım’da bu göreve atanan eski Avrupa Merkez Bankası başkan yardımcısı Lucas Papademos başkanlığında kurulan, 16 Kasım’da güvenoyu alan ve ülkeyi muhtemelen Şubat 2012’de seçime götürecek hükümet mecliste üç partinin desteğiyle ayakta duruyor. Aralık ayında hükümetin yaptığı ilk iş ise harcamalarda büyük kesinti öngören bir disiplin bütçesini kabul etmek oldu. Eğitim bakanı Diamantopoulou’nun geçiş hükümeti sadece kredi dilimlerinin serbest kalması için kurulmadı açıklaması, ya bir borç takası ve uluslararası borç yapılandırması anlaşmasının bu üç ay içinde gündeme geleceği şeklinde ya da bir semptomatik ifade olarak “Yunan siyasetçileri bu kadar çaresiz durumda” biçiminde anlaşılabilir.

PASOK ve Yeni Demokrasinin desteklediği bu kırılgan yapının başaracakları elbette uluslararası çözüm arayışlarına da bağlı. EFSF’nin ya da Avrupa Birliği’nin yetkilendirdiği bir kuruluşun bir özel yatırım aracı kullanarak Eurobond ihracıyla toplanan fonları şişirmesi ve bu paranın da ülke kurtarma (muhtemelen Avrupa bankalarını da kurtarma) için kullanılması planının akıbeti şimdilik belirsiz. Avrupa İstikrar Mekanizması’nın (ESM) üye ülkelerin katkısıyla toplayacağı parayı bu amaçlar için kullanması olası. Görünürde tahvil ihracı ya da özel yatırımcıların getirilerinden bir miktar fedakarlıkta bulunması değil, Avrupa ölçeğinde yeni bir mali disiplin dalgasıyla bütçelerin tahkimi ve finansal piyasaların teskin edilmesi planı var. Ancak bu süre zarfında Papademos hükümetinin varlığı yine de büyük bir anlam ifade ediyor. Bir yandan kamu politikasının formülasyonunda finansal piyasaların dayattığı standartlara uyum sürecinin aksamasına izin verilmiyor, öte yandan teknokratik hale sayesinde ülke siyasetinin temel iki aktörünün sınırlandırılmış çekişmesi vesilesiyle kamusal tartışmanın sürdüğü kanısı destekleniyor.

“Bu kriz ne zaman bitecek” sorusunu dillendiren emekçiye verilebilecek devrimci bir cevap maddi yaşam koşullarıyla kurduğumuz ilişki ve dolayımları ele alınmadan bir anlam taşımıyor. Yunanistan’da ve Avrupa’nın birçok köşesinde finansal piyasaların dayattığı standartlara uyum sürecinde, bu kalıcı hale gelmekte olan ekonomik olağanüstü hal durumu kitle eylemliliklerini yerinde saymaya mahkum etmekte. Aynı zamanda, ortak iyinin ve müşterek çıkarın finansal piyasanın işler kılınmasında yattığı fikriyatı, eşit metaların değişimi görüntüsü sunan piyasadaki mübadele ve görünür olmayan üretim sürecine yıkıcı bir müdahale gerçekleşmediği ölçüde piyasayla kurduğumuz gündelik ilişkiden güç devşirmeye devam ediyor.