9 Aralık 2011 Cuma

Küresel Krizde Yeni Bir Aşama (mı?)


Ekonomik kriz ile siyasi krizin iç içe geçtiği ve giderek otoriter yönetimlerin iktidara geldiği bu süreçte, gidişatı krizin faturasını ödemek istemeyen emekçilerin mücadelesi belirleyecek[i].

Başta Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda olmak üzere Euro bölgesini gölgesi altına alan kriz iki temel noktaya dayanarak açıklanabilir: Kapitalist üretim tarzının ve üzerine inşa edilen toplumsal ilişki, yapı ve kurumların, çelişkili doğaları nedeniyle sürekli krizlerle birlikte var olduğu gerçeği ve uluslar arası para sisteminin istikrarsızlığı.

Kapitalizmin çelişkili doğası
Bireysel sermayedarlar, rekabet ortamında ayakta kalmak için, sürekli daha ucuza meta üretmek ve emek verimliliğini sürekli artırarak daha fazla sermaye yoğun üretim yapısına geçmek durumunda. Bu zorunluluğun sonuçları ise istihdam kapasitesinin daralması, üretim sürecinde giderek daha fazla emekten tasarruf etmeye dayanan tekniklerin kullanılması ve üretilen metaların değersizleşmesi. Bu durum üretim sürecinin içsel yapısı nedeniyle ortaya çıkan tıkanıklıkların, üretim ve tüketim alanında zamansal bir yolculuğa çıkılarak aşılması zorunluluğunu beraberinde getiriyor. Bu zamansal yolculuğu mümkün kılan ilişkiyi ise kredi oluşturuyor. 1970’lerdeki krizden itibaren kredi ilişkisi sistematik olarak yoğunlaştı ve gelecekteki üretimin metalaştırılması anlamında sürekli bir geleceğe kaçış imkânı yarattı. Ta ki 2008 krizine kadar!

Uluslar arası para sisteminin istikrarsızlığı
Küresel krizin ikinci boyutuna, uluslararası para sisteminin 1970’lerden itibaren yaşadığı istikrarsızlığa gelince… Bu noktada, ABD’nin, kendi hegemonyası ile sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan, doların rezerv para olarak kullanımına ve ulusal paraların dolar aracılığıyla altına bağlanmasına dayanan Bretton Woods sistemini, 1970’lerin başında, Almanya ve Japonya karşısındaki rekabet üstünlüğünü kaybetmeye başlaması nedeniyle terk etmesine dikkat çekmek gerekiyor. Bu durum, uluslararası para sistemini düzenleyen mekanizmaların ortadan kalktığı, paranın metalik özünü kaybettiği ve sadece devlet tarafından onaylanmasıyla ile tedavüle girdiği bir döneme girildiği anlamına gelirken bir başka önemli sonucu daha beraberinde getirdi:  Parasal krizlerin hızla bir devlet krizine, uluslararası para sistemindeki krizlerin ise, hegemonik devletin krizine dönüşme olasılığı.

Güncel krizin derinleşmesi
2011 yılının Ağustos ayından itibaren etkisini daha fazla hissettiren krizin, 2008 yılında yaşanan finansal krizle olan bağlantısı, 2008-9 döneminde finans piyasalarında yaşanan ve finansal kurumların batmasıyla ortaya çıkan özel zararların, merkez bankalarının devreye girerek toplumsallaştırılması ile kurulabilir. Bunun doğal sonucu ise, başta ABD olmak üzere, 2008 krizinin maliyetlerini üstlenen devletlerin mali kriz ile karşılaşmaları oldu.

Euro bölgesindeki eşitsiz gelişme
Merkezi bir devlet organizasyonundan yoksun bir parasal birlik olan Euro bölgesi, birliğin içersindeki eşitsiz devlet ve sermaye yapılarından dolayı çelişkiler taşıyor. Euro alanı içersinde iflas tehlikesiyle karşı karşıya olan ülkeler (Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda), kullandıkları para biriminin devalüasyona imkân vermemesi nedeniyle kaybettikleri rekabet güçleri sonucunda sürekli dış açık verirken, dış açıklarını giderek artan bir borçlanma ile karşılamak durumunda kaldılar[ii]. Almanya’nın egemenliğinde işleyen sistem, bu ülkelerin borçlarını ödeyememeleri ile birlikte büyük bir kriz ile karşılaştı. Ancak Avrupa’da krizin aldığı özgün biçim, üretim alanında yaşanan tıkanıklıkların kredi ilişkisi yoluyla ötelenme girişimleri ve bunun da özellikle 2008 krizinden sonra mümkün olmaktan çıkması şeklinde tanımlanabilir.

Krizden çıkış önlemleri krizi derinleştirecek
AB Komisyonu ve IMF tarafından önerilen krizden çıkış programları,
·        Bütçe açığının kapatılması,
·        Kamu harcamalarının daraltılması,
·     Başta ücretlerin düşürülmesi olmak üzere, toplu işten çıkarmalar ve sosyal haklarda kısıtlamalar gibi daraltıcı önlemlere dayanıyor.
Ancak bu öneri paketinin kendisi çelişkilerle dolu. Her şeyden önce, bir ülkenin borçlarını ödeyebilir hale gelmesi yeniden büyüme periyoduna girmesine bağlı. Zaten daralan ekonomilerin uygulayacağı daraltıcı politikalar ise borçların ödenmesi için gerekli kaynağın yaratılmasını imkânsız hale getiriyor. Dolayısıyla krizden çıkış için ileri sürülen ana akım öneriler, krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramayacak.  

Kriz nitelik değiştiriyor
2011 Ağustosunda belirgin hale gelen; ancak finansal alanda olduğu düşünülen kriz, Kasım ayına gelindiğinde hızla nitelik değiştirerek, siyasi krizlere dönüştü. Bunun nedenlerinden biri, parasal krizlerin aynı zamanda devlet krizi olmasıdır. Bir diğeri ise, önerilen krizden çıkış programlarının emekçilerin gündelik hayatlarını olumsuz etkileyen, yıllardır süren mücadelelerle kazanılmış olan hakların bir günde geri alınmasını öngören, kısaca, krizin faturasını çalışanlara yükleyen bir yapıda olmasıdır. Özellikle Yunanistan’da bu pakete yönelik başlayan büyük çaplı grev ve direnişler, sürecin siyasi olarak sürdürülemez noktaya gelmesini sağlayarak hükümetin istifasına yol açtı. Benzer bir süreç İtalya’da da yaşandı ve daraltıcı önlemleri içeren bütçe meclisten çıkarken hükümet düştü.

Teknokrat hükümetler dönemi
Bu noktada dikkat çekici olan, düşen hükümetlerin yerlerine, siyasi alandan uzakta konumlandırılan teknokrat hükümetlerin iktidara getirilmeleridir. Bu durum, en azından teorik olarak, farklı toplum kesimlerinin siyaset kanalıyla iktidara nüfuz etmesini mümkün kılan liberal demokrasinin iddialarından uzaklaştığı ve fiilen askıya alındığı anlamına gelmektedir. Öte yandan, ekonomik kriz ile siyasi krizin iç içe geçtiği ve giderek otoriter yönetimlerin iktidara geldiği bu süreçte, sürecin gidişatını, krizin faturasını ödemek istemeyen geniş toplum kesimlerinin mücadelesi belirleyecek.


[i] Bu yazı Ekmek ve Özgürlük'ün 18. sayısında yayınlanacaktır.